Gecenin Tek Şahidi
Geceyi delen soğuk bir rüzgâr esiyordu; yıldızlar sessizce gökyüzünde titrerken, içimde tarif edilemez bir boşluk büyüyordu. Uzak bir yankının sessiz çığlığıydı bu; kelimelerin boğulduğu, umutların gözyaşlarına karıştığı bir sessizlik. İçime ne yapsam silinmiyor o görüntü bembeyaz bir zambak gibi soluk teni, gözlerinde fırtınanın yeşil aleviyle yanıyordu. Sarı saçları, geceyi delen bir ateş parçası gibi etrafı aydınlatıyordu. Güzelliği hem büyüleyici hem de ulaşılmaz bir çekicilik taşıyordu. Ardında, sözcüklere sığmayan acıların gölgesi vardı.
Sessizce taşınan yükler, görünmez zincirler gibi omuzlarına asılıydı; her adımı, geçmişin ağırlığını omuzlarında taşıyan bir gölge misali. Saçlarının ışığı gecenin karanlığını delerken, bedeninin her zerresine işleyen bir sessizlik vardı. İçindeki fırtına, kimsenin göremediği yaraları deşiyordu; kalbinde açılan derin yaralar, görünmez bir bıçakla kesilmişçesine taze ve acı doluydu.
Her adımı, geçmişin gölgeleriyle örtülüydü kaybolmuş hayallerin yükü, bastırılmış çığlıkların yankısı. Gece boyunca ardında bıraktığı izler, anlatılamayan acıların sessiz tanığıydı. Güzelliğinin ardında, unutulmuş hikâyeler vardı; gözlerden uzak, derin yaralarla örülü, umutla silinmeye çalışılmış acıların hikayesi. Her adımında, kırılganlığının ve kararlılığının ince bir çizgide yürüdüğünü hissedebiliyordun; gücünü, gözlerini kırpmadan gerçeği taşırken buluyordu.
Ve o, deniz gözleriyle gecenin tek şahidi olan güneş gibi sarı saçlarını savuruyordu... Işığı, karanlığın içinde bir yara gibi parlıyordu. Adımları geceyi delerken, zamanın dokusunu yavaşça yırtıp geçmişin sessizliğine karıştı. Ne ışık kaldı ne iz sanki varlığı, yalnızca geceye fısıldanmış unutulmuş bir sırmış gibi.