Hitchcock Sineması

Gün gelecek öyle bir gürültü koparacağım ki herkes beni dinleyecek. İnsanlar yorucu, sürekli onları izlemek, dinlemek yıpratıcı. Bu sessizlik tarih olacak. Aslında bu bir istek aynı zamanda da bir dilek. Koca Mustafa Paşa’nın denize paralel yokuşunda cumbalı evimde helikopter gibi dönüp dolaşıyorum. Güneşi, denizi, martıları, balıkçı tekneleri derken kopmak zor bu semtten. Bir de gözümü açtığım bu ev benim sığınağım. Geceden kalma balon balon olmuş gözlerimle sarı renkli güneşlikten sıyrılıp cama yapışıyorum. Önce lapa lapa yağan kar takılıyor gözüme sonrasında filmlerimi her katında ayrı ayrı izleyeceğim dört katlı ahşap bina. Birinci kattaki adını hiç bilmediğim sakin kadın her sabah olduğu gibi meşhur mavi desenli yorganını saatlerce evirip çevirmesi ile başlıyor gün. Onu izliyorum, bazen sıkılıyorum, çünkü hangi insan sabahtan öğlene kadar yalnızca yorgan düzeltir? Ara ara durup yorgana bakar boş gözlerle. Bana öyle geliyor ki yorgan değil baktığı zihnindeki ağırlığı, yaşadığı sığ hayatını düşünüyor bu dakikalarda.

Her sabah kalk, evi topla, bulaşık yıka, çamaşır as, sürekli bağırarak konuşan kayınvalidenin emirlerine itaat et. Yatak odasından çıkıp mutfağa geçtiğinde omuzları yavaş yavaş düşer. Salonda akşam yemeği sofrasını kaldırırken beli iyice bükülür talihsizin. Onunla konuşup ‘Hayat sadece bu dört duvar değil, çık dışarı hayat orada.’ demeyi çok isterdim. Keşke konuşabilseydim. İkinci katta demans hastası Aliye Hanım vardır. Öğlene doğru uyanır, hemen eline aynasını alır gözündeki çapakları elinin tersiyle iterek temizler ve başlar makyaj yapmaya. Bazı günler farın birini diğer gözüne sürmeyi unutur rujunu da taşırır. Sonra gelsin Türk sanat müziği ‘Ada sahillerinde bekliyorum… hem şarkı söyler hem dans eder odasında. Kızı Nihan her odaya girdiğinde soluğu kesilir gözleri fal taşı gibi açılır. Boğazına saplanan yumrusu ile çöker berjerine sessizce denizi izler. Bazen göz göze geliyoruz o beni fark ediyor mu? Bilmiyorum. Keşke büyük olsam onu alır dolaştırırdım. Günlerce evde kalması iç sızlatıyor. Ara ara perdenin keskin sigara kokusu burnuma geliyor kusacak mıyım ne?

Aylardır temizlik yüzü görmedi bu sarı perde rengi de kahverengine çalmaya başladı. Cumbadaki saksıların toprakları çatladı. Bordo desenli etnik kilim de tozların içinde. Ah Necdet Bey, ah Vildan Hanım ne yaptıysa tutamadı seni elinde. Çapkınlığın bir yandan alkolün öte yandan kadıncağız yıllarca savruldu durdu peşinden. Artık o da sabrını tüketti çekti gitti anne evine. Şimdi kaldın bu evde kendi başına kös kös. Sidik kokuları anason kokuları. Şu cumba da olmasa hava alacak yer yok bu evde. Ben de her dışarı çıktığımda balıkçı teknesinde bulurum kendimi. Yeşil renkli ahşap teknede. İsmi ‘Yakamoz’ sahibi kendini balık tutmaya adamış. Oltayı sallar, balığı kovaya atar, yemi takar, sonra olta yine cup denize. Balıkçı da dertli anlaşılan yanık sesiyle ayrılık türküleri söyler sevdalık. Akşam olmaya başlar, hava döner. Bereket Necdet Bey evin bazı camlarını açık bırakır da içeri girmem kolay olur. Necdet Bey ara ara ağlar, koridorda çınlar hıçkırıkları. Acırım bu tuhaf adama sonuçta kaderlerimiz aynıdır. Ben de annemi babamı hiç görmedim. Yalnızlık nedir bilirim. Ama Necdet Bey ile tek farkım yalnızlığımı ben seçmedim. Yine sarı keten perdeyi aralayıp gözümü üçüncü katta oturan Can’a çeviririm. Can yine bilgisayarın başında, kulaklığı takılı, gerçek dünyadan bir haber. Odası sanki çöp oda. Cips paketleri, boş pizza kutuları, kola şişeleri adım atacak yer yok. Sabaha kadar bilgisayar başında klavye sesleri ta bizim cumbaya yankılanır. Zavallı annesi sürekli odasına girip yaptığının doğru olmadığını sağlığını kaybedebileceğini söylese de Can dinlemez. Aslında Can’ın babası da var bir gün odasına gelmedi. Gamsız baba duyarlı anne terazisi bozuk hayatlar. Bir gün elinde bir kitap görmedim bari enstrüman çalsa ne acı bir hayat. Can’ın bir gün odasına gidip tüm klavye tuşlarını kirletesim var. Böylece bilgisayardan tiksinebilir bir daha uzak durur o musibetten.

En üst kata takılır gözlerim güvercinler ve ağzında sigarasıyla bakıcıları Hasan Bey sanki kuşları onun evlatları olmuş. Karısının çocuğu olmadığından güvercinler bence o ailenin evlatları yerinde, bunu hissediyorum.

Taklacı güvercinlerin şovunu izlerken çocuğu müsamereye katılmış bir baba sevinci vardır Hasan Beyin yüzünde. Ben korkarım güvercinlerden, yanlarına yaklaşamam. Pencereden izlerim onları ancak Hasan Beyin hayvan sevgisi beni mutlu eder. 

Tüm filmlerimi izledikten sonra gece olur uyku basar. Bir duvarın köşesine kıvrılır uyurum. Adımı bile bilmeden yaşadığım bu dünyada bir sivrisinek değil de insan olsaydım ismim büyük olasılıkla ‘Alfred’ olurdu kendi sinemasını yaratan Alfred.



 


İlginizi Çekebilir

Dürbünlü

Canan KUZULOĞLU

Çirkin Şehir Maymunları

Bünyamin ÇOBAN

Umut Hep Var Olsun

Aysel AKGÜL