Kavuşmaz Dere 2
Kafamdaki boş sayfalarda cümleler ne zaman belirmeye başladı, tam olarak bilmiyorum. Bazen silik görüntüler gözlerimin önünde belirir, derinlerden gelen bir ses bana seslenirdi. Geldiği gibi kaybolur, sanki hiç var olmamışçasına karanlığa karışırdı.
O gün, her şeyin netleşmeye başladığı gündü.
Çok önemli bir toplantımın olduğu sabah uyuyakalmıştım. Yirmi yıllık iş hayatımda bir dakika bile geç kalmamışken... Üstelik arabam bozulmuş, lapa lapa yağan kar işin tuzu biberi olmuştu. Zar zor bulduğum taksinin şoförü de konuşmayı seven biri çıkınca, sabrımın sınırlarını zorluyordum Tam patlamak üzereyken çalan telefon melodisi her şeyi değiştirdi.
Zihnimde dere kenarındaki genç halim belirdi. Derenin karşısında, sırtı bana dönük bir siluet vardı. "Sesin güzelmiş bu arada. İzin verirsen arada dinlemek isterim." dedim alaylı bir tonla. Kafasını hafifçe çevirdi: "Çok beklersin." diye karşılık verdi genç bir kadın sesi.
Kimdi bu kadın?
Başıma saplanan şiddetli bir sancıyla şakaklarımı ovuşturdum. Sanki kafamın içindeki karanlığa sıkışan tüm anılar özgür olmak istiyordu. O gün ve sonrası... Bozuk bir plak gibi zihnimde yankılanan o ses.
Birisi bana bu sesin kime ait olduğunu söylemeliydi. Yoksa aklımı kaçıracaktım.
Bu durum işime de yansımış, iki yıldır izin almadan çalışmamın beni yorduğuna karar verilmişti. Bunu bir fırsat bilip yıllardır uğramadığım köyüme gitmeye karar verdim. Eşim ve oğlum tatillerde giderlerdi. İş yoğunluğum yüzünden onlara çoğu zaman eşlik edemezdim.
Annem ve babamın beni görünce yaşadığı sevinci görünce kendimi suçlu hissettim. İçimden daha sık geleceğime söz verdim. Günlerim aileme tarlada eşlik etmekle geçti. Yola çıkmadan önceki gün köyde tek başıma gezintiye çıkmaya karar verdim. Kafamda belli bir yer olmadan öylesine yaptığım bu yürüyüş beni, zihnimde günlerdir dolaşan anının tek net parçasına götürdü.
Bir zamanlar coşkun akan, şimdiyse kurumaya yüz tutmuş Kavuşmaz Dere'ye...
Bir türkü çalındı kulağıma. Siyah uzun saçları rüzgârda savrulan, hayatımda gördüğüm en güzel kız belirdi sonra. Bana döndü ve gülümsedi.
"Adım Sevda." dedi, sesi melodik bir şekilde kulağıma doldu.
Anılar kafamda netleşmeye başladıkça yere çöktüm. Başım ağrıyor, kulaklarım uğulduyordu. Ne kadar öyle kaldığımı bilmiyorum. Ayağa kalktığımda artık aynı kişi değildim. Daha doğrusu, olmam gereken kişi olmuştum.
Ardından yaşadıklarım tam bir karmaşaydı. Günlerce, el birliğiyle hayatımın nasıl elimden alındığını dinledim. Anlattıklarında hep bir eksiklik olduğunu hissetmiştim. Acı verici olan, bunu en güvendiğim insanların yapmış olmasıydı: Annem, babam ve asla yalan söylemeyeceğini düşündüğüm karım Elif...
Annem ve babam en başından beri Sevda'yla olmama karşıydı. Peki ya Elif? Aynı zamanda her şeyi paylaştığım çocukluk arkadaşım. Sevda'yla yaşadıklarımı ona anlatmış, o da bu anıları kendisiyle yaşamışım gibi aktararak beni manipüle etmişti.
Şimdi ne yapmalıydım? Daha da önemlisi, Sevda ne yapmıştı? İyi miydi? Hafızamı kaybettiğimi biliyor muydu?
Hastanede odasında olduğum bir sahne canlandı gözümde. Beni ziyarete gelmişti. Onu hatırlamadığımı gördüğünde ne hissetmişti? Peki evlendiğimi öğrendiğinde...
Of! Of!
Nasıl gerçekleştiği artık önemli değildi. Evliydim ve boyumu aşan bir oğlum vardı. Bu yüzden onu merak etmemeliydim. Sadece iyi olduğunu bilmek istesem de bu doğru değildi.
Bu nasıl bir durumdu? Elimden alınan bir hayatım vardı ve bunun hesabını soramıyordum bile. Madem hesap soramıyordum, en azından en merak ettiğim soruma cevabı bulmak hakkım değil miydi? Sadece iyi ve mutlu olduğunu görmek istiyordum.
Hayatımda ikinci kez derenin diğer tarafına geçtim. Gerçi ilk seferinde beni alıp götürmüştü. Hâlâ aynı köyde yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum ama şansımı denemeliydim.
Sevda’nın sözleri yankılandı kulağımda.
“Köyün ortasında bir çınar ağacı var. Çınarın tam karşısında her iki tarafını portakal ağaçlarının süslediği bir sokak. O sokağın sonunda bahçesinde kocaman bir incir ağacı olan bir evde yaşıyorum.”
Sanki zaman orada donmuştu. Her şey tarif ettiği gibiydi. Birkaç kez sokakta dolanıp evin önünden geçtim. Pes edip arabama bindiğim sırada camdan onu gördüm. Kalbim atmayı unutmuştu da yeniden öğrendi sanki.
Yanında ona çok benzeyen genç bir kız vardı. Kız koluna girmiş, durmadan bir şeyler anlatıyor, o da onun söylediklerine durmadan gülüyordu.
Acaba kızı mıydı?
Yüzümde hüzünle karışık bir tebessüm belirdi. Bu sorunun cevabını öğrenince ne olacaktı ki? Ne zamanı geri alabilir ne de yaşananları değiştirebilirdim. En azından iyi ve mutluydu. Bana bu yeterdi.
Eve döndüğümde annemi kapıda beklerken buldum. Onu görmezden gelerek içeri girdim ve eşyalarımı toplamaya başladım. Kızgınlığım uzun süre geçmeyecekti.
"Onu mu görmeye gittin?" diye sordu hüzünlü bir sesle. Arkamı dönmeden cevap verdim. "Evet, onu görmeye gittim." Sesim buz gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, sonra tekrar konuştu: "Onunla konuştun mu?"
Sinirle ona döndüm: "Konuştum. 'Geç oldu ama sonunda geldim.' dedim."
"Oğlum, bak..."
"Anne, yalnız kalmak istiyorum. Çok uzun bir süre ne seninle ne de babamla konuşmak istiyorum."
Annemin gözleri doldu. Başını öne eğdi.
"Elif’e çok kızma. Onu biz zorladık."
Söylemesi ne kadar da kolaydı.
Eve gittiğimde, ben sormadan anlatmaya başladı. "Sana duyduğum aşk o kadar büyüktü ki aklımı kaçırdım. İnan bana, vicdan azabı çekmediğim tek bir gün olmadı."
Elimi tutmak isteyince geri çektim. Oğlumun ve bunca senelik evliliğimizin hatrına eskisi gibi davranmaya çalıştım ama olmadı. Sonunda anlaşmalı boşanmayı teklif ettiğimde itiraz etmeden kabul etti.
"Bu anın günün birinde geleceğini biliyordum."
Aramızda hiçbir zaman aşk olmadı. Oğlum dahil olmak üzere herkes bunun farkındaydı. Bu yüzden olsa gerek merak etse de sebebini sormadı. Anne ve babasının evliliğinin koca bir yalan üzerine kurulu olduğunu bilmesine gerek yoktu.
Dışarıdan her şey aynı görünse de kalbimde büyüyen o ağırlık zaman zaman dayanılmaz hale geliyordu. O anlarda kimsenin haberi olmadan köye gidiyor derenin kenarındaki o ağaca sırtımı dayayıp eski günleri düşünüyordum. Derenin sesi beni rahatlatıyordu.
Ağacın altında uyukladığım bir gün aynı türküyü duydum. Ağzımdan, farkında olmadan onun ismi döküldü.
"Sevda!"
O gün yanında gördüğüm genç kız, şaşkın ve biraz da büyümüş gözlerle bana bakıyordu. Onu korkutmamak için "Kusura bakmayın, karıştırdım," diyerek oradan ayrıldım.
Arabaya binip birkaç dakika boyunca kafamı direksiyona dayadım. Kendime gelip gaza basmak üzereyken, nefes nefese kalmış genç kız arabanın önüne atladı. Ayakları bileklerine kadar ıslanmıştı. Bu buz gibi havada suya girecek kadar delirmesine sebep olan neydi?
"Delirdin mi kızım? Bu havada suya girilir mi?" diye sordum babacan bir sesle.
Zorlukla nefes alırken gülümsedi: "Bence bu doğru soru değil."
Sorgulayan gözlerle yüzüne baktım. Ayağa kalkıp derin nefesler aldı. İyi olduğuna emin olduktan sonra konuşmaya başladı:
"Öncelikle bazı şeyleri teyit etmem gerekiyor. İsminiz Tayfun mu?"
"Adımı nereden biliyorsun?"
Yüzündeki gülümseme büyüdü: "Gerçekten sizsiniz."
"Sen kimsin?" diyecekken, "Teyzemin bahsettiği Tayfun sizsiniz." dedi.
İçimi tarifsiz bir heyecan kapladı: "Teyzen?"
"Sevda."
"Sevda mı?" Başıyla onayladı. O an aklımdan bir sürü şey geçti ama o an yaşadığım duyguyu bir kelimeyle ifade edemezdim.
"Buraya geldiniz çünkü hatırlıyorsunuz." Gözlerindeki o heyecanlı pırıltılar Sevda'ya ne kadar da benziyordu.
"Ben..." dedim ama devamı gelmedi. Suçlulukla gözlerimi kaçırdım.
"Yanlış anlamayın, sizi suçlamıyorum. Bu durumda birini suçlamanın anlamı yok." Sanki aklımdan geçenleri okumuştu. "Teyzem sizin hafızanızı kaybettiğinizi söylemişti ama siz onu hatırlıyorsunuz."
Cevap vermedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Gülümsedi.
"Ne zamandan beri?"
Derin bir şekilde iç çektim. "Yaklaşık bir yıl oldu."
"İlk hatırladığınızda ne yaptınız peki?"
Ne yapamadınız diye sorması daha doğru olurdu.
Konuşmaya başlayacağım sırada telefonu çalmaya başladı. Ekrana bakıp bakışlarını bana çevirdi ardından hoparlörü açtı.
"Efendim, teyze?"
Kalbim sanki dörtnala koşan atlar gibi çarpmaya başladı.
"Neredesin sen? Hava alacağım diye dışarı çıktın, saatlerdir yoksun ortada! Hava da buz gibi. Üstün ince çıktın bir de. Sana demedim mi, buranın havası aniden vurur insanı..."
"Teyze, önce derin bir nefes al. Üst üste konuştuğuna göre kesin bir şey oldu."
"Bir şey olduğundan değil, sadece endişelendim işte. Yeğenim için endişelenmem çok mu şaşırtıcı?"
"Değil ama nefes almadan cümleleri sıralıyorsan, asıl soracağın şeyi geciktiriyorsun demektir."
Bu özelliği değişmemişti demek ki. Hafifçe güldüm, genç kızın gözünden kaçmadı bu.
"Benimle gelir misin?"
"Nereye?"
"Kavuşmaz Dere'ye. O günden beri gitmedim. Seninle konuştuktan sonra içimden bir ses oraya gitmem gerektiğini söylüyor."
Bana döndü. Gözlerimdeki heyecanı fark ettiğinden emindim. Gelirse belki onu bir kez daha görebilme şansım olurdu.
"Teyze, birazdan döneceğim, o zaman konuşuruz, olur mu?"
"Tamam. Annenler dönmeden evde ol, tamam mı?"
"Tamamdır. Görüşürüz."
Telefon kapanınca hayal kırıklığına uğradım. Sesine o kadar hasret kalmıştım ki. Biraz daha duyabilseydim keşke.
"Dürüst olacağım." dedi genç kız. "Sizi ilk gördüğümde ve teyzemi hatırladığınızı anladığımda sinirlendim. Madem hatırlıyordu, neden bir şey söylemedi? Sonra kazadan hemen sonra evlendiğiniz aklıma geldi. Hafızanız yerine gelmiş olsa da evliydiniz ve benimle yaşıt bir oğlunuz vardı. Bu durum sizin için zor olmalıydı. Sonra birkaç ay boşandığınız geldi aklıma bu yüzden şansımı deneyip sizinle konuşmaya karar verdim. "
Genç kızın bu kadar bilgiye sahip olması beni şaşırttı.
"Tüm bunları nereden biliyorsun?"
"Kolay oldu. Teyzemle konuştuktan sonra biraz araştırma yapayım dedim. Adınızı soyadınızı internette aratınca tüm bilgiler çıktı. Bu kadar ünlü bir iş adamı olduğunuzu görünce şaşırmadım desem yalan olur."
"Peki şimdi ne olacak?" dedim çaresiz bir sesle. İçime sebebini bilmediğim bir umut doğmuştu.
"Önce bir soru sormam lazım. Teyzemi hâlâ seviyor musunuz?"
Düşünmeden cevap verdim: "Hala mı? Ben onu sevmekten hiç vazgeçmedim ki. Hatırlamazken bile seviyordum. O günden sonra onu düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Sonra bana işkence eden o düşünceler. O kaza olmasaydı her şey farklı mı olurdu? Ya da daha önce hatırlasaydım... Cevapsız o kadar çok soru var ki..."
Gereğince fazla konuştuğumu fark edip durdum. Onun hakkında birisiyle konuşmaya ne kadar da ihtiyacım varmış.
Genç kız gizemli bir şekilde gülümsedi: "Sizi bilmem ama ben cevapsız kalmış sorulardan hiç hoşlanmam. Haftaya Cumartesi, aynı saatte yine burada olun, olur mu?"
"Neden?"
"Kafamda dönen sorunun cevabına ihtiyacım var."
Bunu söyledikten sonra daha fazla soru sormamı engellemek istercesine “Gitmem gerek” diyerek kaçarcasına uzaklaştı. Olduğum yerde öylece kaldım.
Günler hızla geçti. Kendime bunun ne kadar yanlış olduğunu söylesem de yine aynı yerde buldum kendimi.
"Tayfun Bey!"
Cevap vermek için arkamı döndüğümde donup kaldım. Zaman ve mekân kavramı anlamını yitirdi.
Karşımdaydı. Yer yer aklar düşmüş siyah uzun saçlarını rüzgâr her zamanki gibi okşuyordu.
“Tayfun” dedi çok özlediğim melodik sesiyle. “Sevda” diye karşılık verdim. Bu ismi beynime kazımak istercesine.
Uzun uzun birbirimize baktık. Sessizlik dolu o gözler ne çok şey anlatıyordu.
"Evet." diyerek sessizliği bozan genç kız olmasa saatlerce öyle dururduk belki de. "Benim görevim burada sona eriyor. Şimdi sizi yalnız bırakıyorum. Aranızda geçenleri konuşun."
"Nehir, bu—" dedi Sevda yeğeninin kolunu tutarak.
"Teyze, ne olacağını bilemem ama bence bunu hak ettiniz."
Kolunu nazikçe çekip yürümeye başladı. Birkaç adım atmıştı ki aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"Umarım aranızdakileri hallettikten sonra derenin tek tarafında birlikte durursunuz."
İlk başta sözlerine anlam veremesem de Sevda’ya bakınca fark ettim. Biz hep derenin iki yakasında durur, öyle konuşurduk.
Nehir gözden kayboluncaya kadar ona baktık. Ardından nereden başlayacağımızı bilemeyerek konuşmadan birbirimize baktık.
"Seni özledim."
Uzun zamandır söylemek istediğim bu iki kelime ağzımdan öylece döküldü. "Biliyorum, bunları söylemeye hakkım yok ama—"
Devam etmeme izin vermedi.
"Ben de seni özledim. Hem de çok."
Bu, bizim için yeterliydi. Aklımızdaki tüm tereddütler yok oldu. Kolay olmayacağını biliyorduk ama bu sefer bu hikâyenin sonunu göreceğimize ne olursa olsun emin olacaktım.