Piknik
O gün, ben ve ailem pikniğe gitmeye karar vermiştik. Bahar gelmişti. Malzemeleri toparladık, ağaçlar arasındaki piknik alanına vardık. Bezimizi yere serdik, yiyecekleri üzerine koyduk.
Babam poğaçayı eline aldı. Üzerine tereyağı sürdü, reçele buladı ve bana uzattı.
“İstemiyorum.” dedim.
“Böyle daha besleyici.” dedi.
Poğaçayı sade yiyemeyecek miyim ben? Hem tereyağı ve reçel ne alaka? İtiraz istemedi, ben de etmedim.
Annem tabağına birkaç çeşit zeytin koydu; yeşil, biberli, siyah... Anlaşıldı, annem yine ne yiyeceğine karar verememiş ya da birini seçmek için kafasını yormak istememi.
Kardeşim top oynuyor, ara ara sofradan atıştırmalıklar alıp tekrar oyuna dalıyor.
Yiyeceklerin üzerine arılar üşüşmeye başladı.
“Vız vız arı, git buradan! Karnını doyur da hemen git, hareket edemiyorum sen buradayken. Elimi her uzattığımda beni sokmaya çalışıyorsun. Korkuyorum.” Dinlemedi.
Niye beni kimse ciddiye almıyor?
Şimdi de karıncalar geldi. Örtüyü yuvalarının üstüne mi serdik yoksa? Sirkeliyorum sirkeliyorum yine geliyorlar. Üstüme çıkıyorlar. Keyfim de iştahım da kaçtı. Reçelli poğaçayı arılara ve karıncalara bıraktım. Çok çabaladılar, yazık. Bari onların karnı doysun.
Kardeşimle top oynamaya karar verdim. Oynadık. Mızıkçılık yaptı. Anneme şikâyet etti.
Babam, “Sen abisin, alttan al.” dedi.
Alttan aldım. Ben ailenin en uslu çocuğuyum, hep söz dinlemişimdir.
Kaledeydim, şut çektim. Top yuvarlandı, tepeden aşağı doğru gitmeye başladı. Peşinden koştum… Bir kadın gördüm. Sırtında bohçası, elinde renkli hasır çantası yürüyordu.
“Teyze, topumu tut!” dedim.
Duymadı.
Şıngır şıngır sesler geliyordu bohçadan. “Çatal bıçak sesidir, herhalde!” dedim. O da piknik yapmaya gidiyordur belki. Top kadına çarptı, durdu. Kadın korktu, bohçası da çantası da elinden düştü.
Bir sürü anahtar döküldü bohçasının içinden. Çantasındaki pirinç torbası yırtıldı, pirinçler ortaya saçıldı. Şaşırdım.
“Teyze, bunlar ne?” dedim.
“Az ileride bir evim var, kapısını yeniliyorum. Bolca anahtar aldım, bunlardan birisi illaki uyar.” dedi.
Anahtarları ve pirinçleri toplamasına yardım ettim. Karıncalar yine geldi, pirinçleri taşımaya başladılar.
Yaşlı teyze, bana anahtarlardan birini verdi. Bir poşete de pirinç koydu.
“Bunlar senin nasibin.” dedi ve yoluna devam etti.
Gökyüzü kara kara bulutlarla dolmuştu. Topumu aldım, tepeden yukarı çıkmaya başladım. Gök gürledi birden. Korktum. Kendimi yere attım. Top elimden düştü. Yuvarlandı. Bir bahçenin çitinden içeri girdi.
Milletin bahçesine nasıl gireyim? Seslendim.
Kimse duymadı. İzinsiz girdim içeri.
Topum yuvarlandı gitti, su kuyusuna çarpıp durdu. Susadığımı hissettim. Kovayı aşağı saldım, suyu çekmek için. Çektim, çektim...
Su geldi. Ama kirliydi. Tiksindim, içemedim.
Topumu aldım, yürümeye başladım.
Bir kadın çıktı karşıma, kucağında bebeğiyle.
“Ne girersin bahçeme izinsiz, bre hey çocuk!” dedi. Etimi cimcikledi, burdu.
“Teyze, yapma etme! Topumu almaya geldim.” dedim. Dinlemedi. (Niye beni kimse ciddiye almıyor, niye?) Ağlamaya başladım.
Sesleri duyan bir adam geldi. Kadının elinden kurtardı beni. Üzülmüş olacak karısının ettiğine,
“Dur, gitme! Sana domateslerimden vereyim.” dedi.
“Peki.” dedim. Aldım. Hızlıca bahçeden çıktım.
Domateslerden birini yedim. Susuzluğumu da biraz olsun giderdi.
Hava iyice kararmıştı. Bir an önce annemlere dönmeliydim, merak ederlerdi. Yine bir gök gürlemesi oldu. Bu sefer korkmadım. Çünkü artık yağmurun yağacağını anlamıştım. Kaçmaya, koşmaya başladım. Koştukça tepe daha da yükseldi. Yoruldum, çok yoruldum. Ama yol bir türlü kısalmadı.
Çaresizce ağladım.
O ara yağmur başladı. Islandım, üşüdüm. Bir elimde topum, bir elimde domatesler, çöktüm yere...
Sesler duydum sonra. Beni arıyorlardı.
“Mustafa! Mustafa!”
“Buradayım!” diye bağırdım.
Bana doğru koştular.
Babacığım, “Ah be yavrum, neredesin sen, neredesin?” dedi.
Bana sarıldı. Üstüme battaniye attı.
Kardeşim ve annem arabaya çoktan binmiş, bizi bekliyordu. Evimize doğru yola çıktık.
Eve vardık. Kapının önüne geldik. Anahtarı bir türlü bulamadık. Kaybolmuştu. Piknik yerinde düşürmüş olmalıydık.
Aklıma teyzenin verdiği anahtar geldi. Acaba o anahtar kapıya uyar mıydı? Denemekte fayda vardı.
Babam şüpheyle baktı ama nerden bulduğumu sormadı. Niye sormadı? Çilingir gelene kadar denemeye mecbur kaldı. Anahtarı kapıya soktu. Anahtar kapıyı açtı.
Şaşırdık.
Sahi, anahtar bizim kapıyı nasıl açtı?
Hayatta her sorunun cevabı yoktu ne de olsa. Üzerinde durmadım. Teyzeye sessizce teşekkür ettim.
İçeri girdik. Annem elimdeki pirince ve domateslere baktı. Anahtar gibi, bunları nereden bulduğumu o da sormadı. Ben de söylemedim.
“Çok güzel duruyorlar. Bu akşam hep beraber domatesli pilav yiyelim mi, ne dersiniz?” dedi.
Seçenekler azdı belki ama annem bu sefer kararını hızlı vermişti. Biz de razı geldik…