Rami'nin Çerileri

Hay Allah! Sınıfça Rami Kütüphanesi’ne gidecektik bugün. Nasıl da uyuyakalmışım. Herkes çoktan gitmiştir.

Tramvaydan indiğimde saat ikiye geliyordu. A kapısında buluşacaktık arkadaşlarla. Nerede acaba? Şurası galiba. O da ne? Kapıda yeniçeri var. Tarihi kışla ya buranın aslı, böyle bir güzellik düşünmüşler demek ki!

-Höst! Elini kolunu sallayarak nereye gidersin bre zındık?

-Kütüphaneye.

-Ne kütüphanesi gafil?

Allah! Allah! Bu yeniçeri olayını da abartmışlar biraz. Sol eli belinde, sağ eli kılıcının kabzasında heykel gibi dikildi karşıma. Dikkat et de kılıcı böğrüne sokmasın! 

-Kardeşim iyi düşünmüşsünüz, hoş düşünmüşsünüz de geç kaldım. Çekil de geçeyim.

Sol elinin ayasını alnıma dayayıp hızla geriye itti

-Geri bas kâfir. Sen Kara Murat’ı hafife mi alırsın?

 Boş bulunup dengemi kaybettim. Kendimi toparlayıp, “Bana bak gösterinin tadını kaçırdın ama” deyip üzerine yürüyünce kılıcını çekip boynuma dayadı. Soğuk çeliği şah damarımın üstünde hissedince korkudan kanım çekildi, gözlerim yuvalarından fırladı. Kara Murat’ın şakası yoktu. Kaşındın ama! Neyine güvenip de dayılanıyorsun? Tiyatro mu sandın burayı? Bir sus ya! Riv riv etme. Panikle nasıl kurtulacağımı düşünürken arkadan geçen sınıf arkadaşım Volkan’ı gördüm. Can havliyle bağırdım:

-Volkan! Volkan! Kurtar beni.

Volkan iri cüssesiyle bize doğru seğirtti, yeniçeriyi omuzlarından tutup havaya kaldırdı -yok devenin nalı- sonra da yan tarafa bıraktı:

-Bre densiz! Yoldaşıma nasıl kılıç çekersin?

Biraz önce karşımda Herkül gibi dikilen Kara Murat süklüm püklüm, “Bilemedim Rami Mehmet Paşam” diye af diliyordu. O zaman fark ettim Volkan’ın başındaki kavuğu, üzerindeki yerleri süpüren kaftanı, belindeki kılıcı. Vay be! Volkan’a bak paşa olmuş! Ama nedense beni orada öylece bırakıp iç avluya doğru yürüyüp gitti. Ne bu şimdi? Yaza yaza bunu mu yazdın? Sen bir sus ya! İşime karışma. Ben de “Rami Volkan Paşam” diyerek arkasından koştum ama yetişemedim. Seni iplememiş olabilir mi? Paşa ya! Kemerli bir kapıdan geçtim, ortasında fıskiyelerinden suların fışkırdığı bir havuz bulunan büyük bir bahçeye girdim. Aaaa! O da ne? Şemsiyelerini açmış feraceli kadınlar dolaşıyor içerde. Bunlar bizim kızlar değil mi? Evet! Şu kırmızılı da Ebru. Yakışmış ama. Allah! Allah! Sınıfın erkekleri yeniçeri kıyafeti, kadınları da ferace giymiş. Gayriihtiyari elimi kılıcıma attım. O da ne! Benim üzerimde de yeniçeri kıyafeti var! 

-Kestiiiiiik!

 Sesin geldiği tarafa bakınca ne göreyim! Üzerinde rejisör yazan koltukta Fatma Hoca oturmuyor mu! Bana doğru bakıp bağırdı:

-Niye kazık gibi dikiliyorsun yeniçeri? Kimsin, rolün ne?

Ne dediğini anlamadım. Şaşkın şaşkın etrafıma baktım. Hişt! Ben kimim? Bilmiyor musun? Bilmiyorum, daha yazmadın ki! Doğru. Şey…şey de…Ulubatlı Hasan de.

-Ben…Ben Ulubatlı Hasan. Çeri…Çeribaşı Ulubatlı Hasan.

Çeribaşı ne ya! Tuluat yapmasana. Ne yazıyorsam onu söyle.

-Çeribaşı mı? Çingeneler Zamanı yan stüdyoda çekiliyor. Çeribaşıysan oraya git. Burası Rami’nin Çerileri dizisinin seti.

Biri sertçe kolumu dürttü.

 -Beyefendi dizi çekiliyor görmüyor musunuz? Kadraja giriyorsunuz.

Beni dürten güvenlik görevlisiyle göz göze geldik. Kameraları görünce yine kendimi kaybedip hülyalara dalmışım. Rejisör koltuğunda oturan kadın yönetmen, yanındakilere beni göstererek bir şeyler söylüyordu sinirli sinirli. Belli ki çok kızmış. Allah’tan Fatma Hoca değil yönetmen. Rezil olacaktım. Sessizce oradan ayrıldım.



 


İlginizi Çekebilir

Senden Sonra

Merve BİRBİR

Kesin ve Keskin Bir Veda

Büşra YÖRÜK

Hasret

Taygun VURAL