Sırlanmış Aynanın Gölgesinde Sıradan Bir Silüet

Aaahh Belinda!

Yine aynanın karşısındasın, yıllar sonra yine aynı gölgede arıyorsun benliğini.

Kiminle konuşuyorsun kız, kim var yanında, diye seslenen hanımannenin endişeli sesine verdiğin cevapsa hep aynıydı o yıllarda.

Kendi kendime konuşuyorum kimseyle değil.

Deli misin sen kendi kendine konuşasın.

Deli miydin sen? Yoksa iyi bir hikâye anlatıcısı mı? Aynada gördüğün silüetine bakarak, özenle seçtiğin kelimeleri doğru mimiklerle buluşturana dek tekrar edip, kendine kurduğun bir harikalar diyarıydı sanki cam yüzey. Bir Alice değildin ama sen de Belindasın baktığında.  

Onluk çivilerle duvara monte edilmiş varaklı çerçevenin dört tarafını süsleyen aslan başları, nasıl huşu içinde dinlerdi seni. Zaten başka hiç kimse, o kadar kabullenerek dinlemedi ki bugüne kadar.  İşte tam da o zamanlarda yaftalandın aslında. Ne yapmak istediğini bilmeyen, hedefini doğru dürüst belirleyemeyen, aklı bir karış kız olarak kaldın hep akıllarda.

Üniversitenin organize ettiği gezide tanışıp, âşıklar çeşmesinin önünde “kızımızın adı Bella olsun” diyerek dilek dileyen anne ve babanın, seni kollarına aldığı ilk anda dökülüvermişti ismin. “Belinda”, güzel kız. Özenle büyütüldün. Kurduğun hayaller kadar büyüktü yanağına kondurulan öpücükler. Bütün ailen pervaneydi etrafında. Ne ellerin yüzüldü düşmekten ne de dizlerin kabuk bağladı. Göğüs kafesini yırtan heveslerin, pahalı bebeklerine masalsı bir dünya oldu. Onlara anlattığın kaç hikâye, kaç kere soluksuz bıraktı seni sevinçten. Kim bilir nerelere yağdı sözcüklerin. Sarılıp öptüğünse kaliteli plastik değil, rengârenk iç dünyandı aslında. Ruhunu teslim etmiştin, kurgularına, anlattıklarına. Kendi gölgene bile razıyken, uçarı geveze olarak anlatıldın etrafına. Çoğu zaman, yeni anlatılarla teselli verdin kendine. Güneşi kucağına aldın, yıldızlara omuzunu yasladın, yasemin kokulu düşlerini anlattın. Üşümekten tir tir titrerken, üzerine örttüğün battaniyeler yetmezken, geceyi gündüze sarıp, üfür üfür yalnızlığını haykırdın. Yaşam yolculuğunun yokuşlarında, nefesinin tıkandığı her anda gökyüzüne savurdun öykülerini. Kaç kahraman soluksuz bıraktı seni. Kulağının dibinde usul usul konuşan iç sesin çoğu zaman esir aldı, hiç şikâyetin olmadı. Kelimelerin mırıltısı dimdik ayakta tuttu seni, her defasında. Mavi göğün yüzü, toprak koyuluğunu sarıp sarmalıyordu o anlarda.

Aaahh Belinda!

Ergen çağının tam ortalarında, vhs kasete kaydedilmiş filmin ismini görünce nasıl da heyecanlanmıştın. Sana özel, sana aitmiş gibi. Maaile izlediğiniz film bittiğinde yine kendini hapsettin misafir odasına, yaldızlarla çevrili parlak cama. İzlediğin filmde, isminin şampuan markası olmasına içerlesen de başrol oynayan kadınla özdeştirdin kendini. Kaç gün sürdü yüzleşmek. Gecenin karanlığını sabırsızlıkla bekleyen sokak lambalarının yandığı an gibiydin. Naciye’nin aynada yüzleştiği Serap’ta buldun hikâyeni. Olmak istediğin, olması gereken ve var olan. Mahremine hapsolan tüm duygular vücut buluyordu belki de kendine baktığında. Başını döndüren, seni ayakta tutan bir dudak payıydı yanmaman için. Çoğu zaman sevimsiz gelse de anlattıkların, aslında senin yolculuğundu.

Aaahh Belinda!

Hanımannenin vefatından sonra çöpün kenarına konulmuş aynayı gördüğünde ne kadar üzüldün. Yağmurda asfalta yapışan yaprak misali çok zavallı göründü gözüne. Yer yer sırı dökülmüş, sinek pislikleriyle kaplı çerçeveye, Serap’ı kucaklarmışçasına sarılıp, gözyaşlarınla yıkadın üzerindeki tozları, hayallerini, umutlarını. Kaç maaşına patladı onu restore ettirmek? Kaç zaman bekledin evin duvarına asmak için? Kaç hikâyen vardı, daha ona anlatacak? O an dökülüverdi kelimeler yüreğinden gelen.

“Pelür kâğıtlara yazdığım yaşamımdan sıyrılıp

Kendi hikâyemin yazarı olmalıyım.

Asık yüzlü izler bırakmak istemediğimden ardımda,

Gülmeyi bilmeyenlerin cehenneminden kurtulmalıyım.

Çektiğim çizginin ardında kalanları düşünmeden,

Ruhumu alabora eden illetli hislerden,

İçi pamuklarla doldurulmuş sert sözlerden,

Sırlanmış aynanın gölgesinden uzaklaşmalıyım artık

İç acılarımın toplamını minimize edip,

Sarıyı, yeşili, maviyi rota bilip,

Döndüğüm her köşede tutmalıyım elinden kelimelerimin.

Açmalıyım yüreğimi.

Açmalıyım ki

Kalemim özgürce dans ederken, silgim dinlensin.

Yüreğimin, zihnimin notaları bütünleşsin, hatta bestelensin.

Camı kırılmış pencerelerde savrulan perdeler gibi

Sallanmayayım bir içeri, bir dışarı.

Rüzgâr karşımda değil, yanımda olsun.

Alabildiğince özgür savrulsun sözcüklerim,

Kendime merhaba diyeyim.”

Aynanın buğusuna yazmak için büyüdün artık. Tek ihtiyacın olan biraz cesaret Belinda.  

Bir kalem, bir kâğıt yeter sana. 


İlginizi Çekebilir

Vicdan Mahkemesi

Gülsüm GÜVERCİN

Farkındalık

Nehir KUZU