Cemreler Düşerken Bahar Uyandı

Rüzgâr Bahar’ın çevresinde dolaşıyordu, kulağına doğru yöneldi ve “Bahar Uyan Vakit Geldi.” dedi. Bahar gözlerini açtığında bir ağacın altında dalmış olduğunu fark etti. İş temposundan yorgun düştüğünü anlayınca servisinden iner inmez, çiçeklerini yerlere sermiş ağacın eşliğinde şehrin kalabalığından biraz olsun uzaklaşmak için onun gölgesine sığınmıştı. Saatine baktığında ise zaman da temposundan geri kalmamıştı. Kar beyazı küçük çiçeklerden birini eline aldı. Sözün anlamını düşünürken bir kelebek üzerine kondu, kanatlarını bir kapatıyor, bir açıyordu. Mavi kelebeğin güzelliğine daldı sanki eve yetişmesi gereken o değildi. Annesi geliş saatini bildiğinden birazdan aramaya başlardı. Zamanın durduğu bu mekânda sabaha kadar kalabilirdi, rutin koşuşturmadan ruhu o kadar bitkindi ki bacakları hareket etmiyordu. Kelebek uçarken birden babasıyla denizde yüzmeyi öğrendiği anlar geldi gözünün önüne. Kumda, deniz kenarında oynarken rüzgâr dalgalı saçlarını savuruyor, her seferinde kulağının arkasına almaya çalışırken tekrar saçları uçuşuyordu. O yüzden kovasıyla yapmaya çalıştığı kalesi de bir türlü bitmek bilmiyordu. Tam o sırada babası onu uçururcasına kollarına almış, ateşten yanan bedenini birden suda ıslatmıştı. Ne olduğunu anlamadan kendini denizin içinde, kafasını suyun altında bulmuştu. Gözlerini açtığında küçük bir balık telaşlı bir şekilde önünden geçti. Babası onu denizin üzerine çıkardığında aklı balıkta kalmıştı. Önce korkmuştu ama balık ona korkusunu unutturmuştu. Ne çok özlüyordu onu keşke yine yanında olsa da o güçlü kollarıyla yine onu sarsa ve gelecek için öğütler verseydi. Birden telefon çaldı, annesi arıyordu. Eve gelirken alması gerekenlerin listesi, bu anıdan ve düşünceden onu uzaklaştırmıştı. Etraf yavaş yavaş kararmaya başlamıştı, metroya doğru adımlarını sıklaştırdığında denizin kenarında insanlar balık tutuyordu. Bir çocuk akşama yemeğimiz hazır dediğinde o da balığa bakmıştı. O geçmişinden bugününe ışınlanmış olan denizin dibindeki balığın büyümüş hâli değil miydi? Gözlerini ovuşturdu, rüyada değildi, çocuğa balığı alma teklifinde bulundu. Çocuğun siyah gözleri parıldadı, ilk kazancını onun elinden alacaktı. Balığı, kırmızı kovadan aldı ve bir poşetin içindeki suya attı. Ağzını da bağladı, eve gidince büyük bir fanusun içine koyacak ve ona bakacaktı. Annesinin verdiği listeyi hatırladı, marketler kapanmadan yetişmeliydi. Bir genç aceleyle gelirken elindeki torbaya çarptı. Torbanın ağzı açıldı ve balık toprağın üzerinde, canını kurtarmaya çalışıyordu. Yeşil gözleriyle, uzun saçlarıyla, tatlı bir gülümsemeyle “Özgürlüğünü istiyor. Üzülme!” dedi. Sonra da acele ettiği için özür diledi. “Gel birlikte onu ait olduğu yere bırakalım.” derken, çamurlaşan topraktan balığı aldı. Yine gitmesi gereken yeri ve zamanı unutmuştu, onunla birlikte deniz kenarına yürüdü ve balığa birlikte veda ederek denize bıraktılar. Genç, elindeki gitarı gösterdi ve ona bir şarkı yazdım aklımdan, dinlemelisin, derken Bahar’ın içi kıpır kıpır olmuştu. Nevruz ateşi yakacağız, hadi sen de katıl ve şarkımı dinle, dediğinde saati hatırladı. Annesi birkaç kez daha aramıştı. Artık olan olmuştu, azarı işitecek, listeyi de unutacaktı. Üniversiteden beri böyle bir an yaşamıyordu, her şeyi göze aldı ve grubun arasına katıldı. Annesine de arkadaşlarıyla karşılaştığını ve eve geç geleceğini söyledi. Ateşin başında, şarkılar eşliğinde baharın gelişini kutluyorlardı. Gencin adı Ateş’ti ve verdiği sözü yerine getirmişti, balığı şarkıyla onurlandırıyordu.

“Balık tutsaktı torbanın içinde, oysaki deniz hasretti ona,

Tek umudu, yeniden denizin derinliklerinde özgürlüğüydü,

Bir mucize oldu, torba toprağa düştü.

Balık özgür kaldı, Ateş onu aldı. Bahar’ın elleriyle, hayaline kavuştu.”

Rüzgârın fısıltısını şimdi anlamıştı, vakit yaşamın ta kendisiydi.

 

 


İlginizi Çekebilir

Kabuk ve Öz

Gülgün BİLGİÇ