Öyle Bir Geçer Zaman ki
Dünyada insan yaşamının yaklaşık iki yüz bin ile üç yüz bin yıl önce başladığı bilgisi ile kıyaslandığında ( ki bu şuanda bilinendir, değişebilir), kum tanesi kadar bile etmeyen bir zaman dilimi... Merkeze iki kilometre uzaklıkta, biraz yüksekçe bir tepede kurulmuş bir yerleşim yeri. Biraz Balkan göçmeni, biraz Kafkas göçmeni biraz Roman biraz Manav (bin üçyüzlü yıllarda yerleşik hayata geçen Türk boyları), nüfus mübadelesine kadar Rum ailelerin de oluşturduğu çok sevimli bir mahalle. Hiç kimse, bir diğerinin inancına, ibadetine, adetine, geleneğine karışmadığı gibi, birinin ki hepsinin olmuş. İşte ben de bu mahalleye buradaki Kafkas göçmeni Tatar ve Abhaz karışımı bir ailenin kızı olarak, bin dokuz yüz altmışların başında "teşrif etmişim"
"DEDİĞİM AYNIYLA VAKİ"
"İyikilerim"in kronolojik listesinde her zaman liste başım "ailem"i takip eden madde "mahallem" oldu. Ev kapılarının ardına kadar açık durduğu, isteyenin istediği anda isteği komşusuna gittiği, balkon ve pencerelerden müzik seslerinin yükseldiği, her işin yardımlaşıldığı, bütün mutlulukların ve üzüntülerin paylaşıldığı, hiç kimsenin diğerini ötekileştirmediği, çocukluk gençlik anılarımın arka fonu mahallem...
Yazları akşama kadar sokaklarda; saklambaç, ebecilik, birdirbir, ip atlama, çizgi (seksek), dokuz taş, istop, aç kapıyı bezirgân başı ve daha bir sürü kendi uydurduğumuz oyunlar oynardık. Akşam olup karanlık olunca bile devam eden oyunlarımız, annelerimizin çağırmasıyla sona ererdi. Sabahtan beri doymamış olmalıyız ki oyunu zorla bırakır,
"Evli evinee,
Köylü köyünee,
Evi olmayan
Kurbağ deliğinee" diye bağıra çağıra evlerimize girerdik.
Kışlar ise ayrı bir mutluluk. Yine hep birlikte kızak kayar, kartopu oynar, kardan adam yapar, yere yanyana sırt üstü yatarak kar melekleri yapardık.
"BİRDEN DURSUN İSTERSİN, SENELER OLUNCA MAZİ"
Tam tarihini hatırlamıyorum bahara doğru, bir akşam erkek kız bütün gençler toplanır, bir sopanın ucuna sepet takar, abla ve abiler önde biz arkalarında, pencere önlerine yaklaşır;
"Tepeycük tepeycük,
Eski hamam küpeycük,
Veren veren olsun
Vermeyeniy kel başlı gızı olsun..." diye mâni söyleyerek, yumurta (haşlanmış), ceviz, fındık, fıstık ve meyve kurusu (erik, elma, armut, üzüm) toplardık. Yumurtaları paylaşıp yerdik, diğerlerini hıdrellez eğlencesinde yemek üzere bir yere koyardık. Ertesi akşam genişçe bir yere ateş yakar, roman abilerimiz çalgı çalar, bir yandan eğlenir, bir yandan bir akşam önce toplanan yiyecekleri yerken, bir yandan da ateşin üzerinden atlardık. Rumların "Bettam" dediği Paskalya etkinliği ile Hıdrellez kutlamalarının birleşimi olduğunu düşünüyorum. Yıllarca bir arada yaşayan farklı kültürlerin birbirini etkilediği yadsınamaz.
"BİR CEVAP BULDUN MU SORULARA"...
Mahallemizin bir "şekerci amcası" vardı. Selânik göçmeniydi. Büyükler de "şekerci" dediği için çoğu insan adını bilmezdi, çalışkan ve neşeli biriydi. Yıllarca çarşıdaki dükkânında şekercilik yapmış, sonra evinin altına küçük bir dükkân inşa ederek şekerlerini orada üretmeye başlamış, bütün çocukların şekerci amcası olmuştu. Dükkânında kocaman bir ocak ve beton bir tezgâh vardı. O kocaman ocakta yanan odun ateşinde, sacayak (demirden çember şeklinde, üç ayağı olan üzerine tencere, kazan ya da adını aldığı yufka sacı konan bir ocakbaşı eşyası) üzerinde kocaman bir kazan içinde, su ve toz şekeri boya da katarak kaynatır, belli bir kıvama gelince oradaki beton tezgâha dökerdi. Soğumadan oradan koparır, tezgâhın üzerinde yere paralel olarak duvara çakılan düz bir askıya atıp, çeker, tekrar atıp çekerek parlak hale gelince, parçalara ayırırdı. Bu parçaları uzatır, çubuk haline getirir, sonra bu çubukları eşi ile birlikte birer santimetre ara ile keserek "dişkıran " denilen (akide) şekerleri yaparlardı. Bir kenara oturup onları seyretmeyi çok severdim. Bizim en yakın komşumuz onlardı, bahçelerimiz sınır, evlerimiz çok yakındı. Biri benimle aynı yaşta, diğerleri ablamlarla üç kızı vardı, ailecek hep bir aradaydık.
Zamanla dükkânına bizleri çok mutlu eden şemsiye çikolata, horoz şeker, teneke kutularda bisküvi, gofret getirmeye başladı. Böylece mahallemizin ilk bakkalı oldu.
"NASIL GADDAR SENELER, GEÇİYOR DURDUĞU YERDE"
Evlerimizde henüz su ve elektrik yoktu. Radyoda her gün saat 10 da "Arkası Yarın" adı altında, radyo tiyatrosuna uyarlanan eserler, parçalara bölünmüş halde yayınlanırdı. Yaklaşık yirmi dakika sürerdi. Onları hiç kaçırmazdık. Herkes dinler, bir araya gelindiğinde hakkında konuşulur, tahminler yapılırdı. Şimdinin televizyon dizileri gibiydi. Çarşamba akşamları da saat 21 de "Radyo Tiyatrosu" olurdu. Başlangıç müziği halen kulağımda, bir saat sürer, başlar biterdi. "İleride bunları görecekmişiz” derlerdi de aklımız almazdı...
Evlerimiz bahçe içinde, en fazla iki kattı. Bizim evin önü, annemin biten yağ tenekelerine diktiği çeşitli çiçeklerle çevriliydi. Bir köşede "kösere" denen, kesici aletleri bilemeye yarayan bir düzenek vardı. Mahalleli, bıçaklarını, baltalarını, keserlerini bilemek için gelirdi. Bu tek parça taştan yapılmış, yuvarlak, ortası oyuktu. (Şekil olarak, tuvalet kâğıdının genişini düşünün) Ortasından geçirilen saptan çevrilir ve aletler bilenirdi. Biz çocuklar çevirmek için sıraya girerdik. O zamanki büyükler her şeyi eğlenceli hale getirirlerdi. Birimiz çevirirken, birimiz taşa su serperdi ve bileme olayı genellikle su savaşına dönerdi...
Bizim evin önünde bir de dibek taşı vardı. İçi oyulmuş, sert, büyükçe bir taş. Buğday dibek taşına dökülür, hafif ıslatılır, üç dört kişi ağaç tokmaklarla, belli bir ritimle vurarak döver, alt üst ederek tekrar dövdükten sonra örtülere boşaltılır, kurutulur, savrularak kepeğinden ayrılır keşkek (yarma) elde edilirdi. "Dibek dövme" en canlı ve eğlenceli imece adetlerindendi. Mahalleli buğdayını alır gelir, genç kızlar toplanarak döverdi. İmeceyi gören ve duyan delikanlılar da gelir, tokmakları alarak güç gösterisi yaparlardı. Bu arada maniler söylenirdi;
Ak kapeleli baygunum,
Sensiy benim yangunum.
Gelecem dediy gelmediy,
Onuy içün dargunum.
Ben bunları tiyatro izler gibi çok büyük bir zevkle izlerdim. Farkında olmadan milyarlarca nöronlarıma kaydetmiş olmalıyım ki yıllardır uzantılarıyla tüm hücrelerime ulaşıyorlar.
İşte böyle bir zaman dilimi;
"zeytin yağlı yiyemem aman"
Demeden önce, basma fistan giyerek, samimiyetle, çıkarsız ilişkilerle, dostlukla, sevgiyle sanki başka bir boyutta yaşanan bir zaman dilimi...
" ANILARA KAPILIP KALMA,
DÜNYANIN DA DÜZENİ BÖYLE"
"ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ"